Zaman Sokağının Dönemeci

Zaman Sokağının Dönemeci

Yepyeni bir ay ve zamanın her yeni bir anda tanımı… Yalan söylemeyeceğim kar tanelerinin her birinin bir melek tarafından toprağa vuslatının muhteşemliği dışında kış aylarını sevmiyorum. Haziranın ortasında doğmuş bir çocuk olarak beynimdeki serotonin düzeyim güneşe aşık diyebilirim. Karanlık ve soğuk, sıcacık yorganı üstüme çekip zamandan soyutlanma isteğimi çağırıyor.

Zaman, zaman, zaman… Bazen geçmek bilmeyen; bazen üzerinden, ömründen geçip giden ama hep kendi yolundan akan zaman. Bilirsiniz, gece yastığa başını koyduğunda yaptıkların, söylediklerin gelir aklına. Kendini tartarsın, hata yaptım veya iyi ki yapmışım dersin ya hani. Ben de bazen geceleri durup geçmişi bir gözden geçirmek isterim. Fotoğraf çekmeyi ve ânı kaydetmeyi çok sevdiğimden midir bilmem galerimi geçmişe doğru tararım. O anları tararken zihnimde olaylar tekrardan canlanır. Ama üzerinden vakit geçtikçe o anlar da yavaş yavaş silinir. Bu yüzden anları kayıt altına almak için yazmayı tercih ederim. Mesela soğuk bir kış gününde eski usul taş fırından yeni çıkmış, sıcacık buğday lavaşının ellerimdeki müthiş samimiyetini ve damağımdaki leziz tadını bir hikayede kayıt altına almalıyım demiştim. O ânı herkese tattırmak, sokaktaki ekmek kokusunu herkes bilsin istemiştim. Ama henüz bir hikaye yazmak için kollarımı sıvayamadım. Bilmiyorum bence istemek yetmiyor. Fikrin ruhta, zihinde olgunlaşması gerekiyor. Huyum bu, aklıma bir şey geldiğinde hemen harekete geçmek yerine zihnimin bir köşesinde bekletip ara ara harmanlıyorum, birilerine anlatıp vücut bulmasını sağlıyorum, en son şevk ve heyecanını ekip gün yüzüne çıkartıyorum. Yaptığım birçok şeyde bazen durup düşünesim geliyor. Kendimi tanımayı, neyi, nasıl yaptığımı düşünmeyi seviyorum. Ve bence insan şu kısacık ömründe sadece kendini keşfetmeye çıksa dahi zamanını yetiremeyecekken diğer insanları nasıl tanıyabilsin.  Belki de ayna misali, diğer insanlara bakarken insan kendini tanımaya adım adım yaklaşıyor. Bazen şahit olduğu olaylar karşısında bilincinin dışında olarak empati kuruyor . Evladı hastalanmış bir anneyi görünce kendini annenin yerine koyuyor, iki aşığın hasretini görünce gözyaşlarına engel olamıyor. Belki de bu yüzden filmleri izliyor, kitapları okuyoruz. Yaşanan her bir hikayede kendimizi sorgulayıp, kendimizi tanımaya bir adım daha yaklaşıyoruz. Zaman geçiyor, biz kendimize bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyoruz. Kar taneleri güneşin alnında ışıldayıp yok oluyor, kahverengi toprak yemyeşil yaprakların göğe tırmanışına usulca yol veriyor. Sıcacık ekmekler soğuk rüzgâra karşı koyamayıp soğuyor, sertleşiyor. Annenin gözyaşları siliniyor, aşıklar vuslata eriyor, güller açıyor… Ne kalıyor geride? İşte insan bunu sormalı kendine. Her şey bitip gittiğinde ne kalacak veya ne kalmalı geride?

Sizi bir kelâm ve tefekkür ile baş başa bırakıyorum. Huzurla kalınız…

“Attar aşkın yedi şehrini gezdi de
biz ancak bir sokağın dönemecindeyiz.”
Mevlana

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir