Dünya, hamuru zaman ve eylemle yoğrulmuş bir resim kağıdından ibaret; sonsuzluğa karışıp biçimlenen fırça darbelerinin sahipleri biziz. Asırlardır bu tablo bizim ellerimizde. Aramızda fırçasıyla tuvale hükmedenler de var, paletindeki boyayı dahi şekillendiremeyenler de.
Beyazı vadediyor dünya liderleri; kin, bencillik ve vahşetin siyahına batırıyorlar fırçalarını ardından. Medya renklerin habercisi, gazeteciler bu oluşumların şahidi. Onlar anlatmasa bilir miydik hiç, iyiliğin yeşiliyle ihanetin sarısı yoğrulunca kırmızının habercisi?
Unuttuğumuz renkleri hatırlatıyor şairler; sevginin, sadakatin, vefanın tonlarını öğretiyorlar bize.
Umut hep çocukların darbelerinde!
Renkler bazı coğrafyalara gebe, bazılarına mahkum. Kırmızının beyazla savaşı hiç bitmiyor Ortadoğu’da. Gözümüzü boyasa da gönlümüze hitap etmiyor kimi yerler. Hiç boyanmamış beldeler, her darbeyle ayrı şekillenen topraklar da var.
Adalet hangi rengi yakıştırıyor kendine, bileniniz var mı fırçası kimin ellerinde?
Beyazın karıştığı kısımlar bulunsa da siyah ve kırmızının hakim olduğu bir tuval şimdi gözümüzde küçülen dünya. Bulunduğumuz toprak dışında göremediğimiz renkler de var. Anlatılana ve bilmeyi istediğimiz kadarına hakimiz. Ancak zulmün kırmızısından kaçamayız. Boyanın kokusu bütün kainatı kaplar, burnumuzu sızlatır.
Suriye’den, Yemen’den, Halep’ten gelen çocuk çığlıklarıyla uyanıyoruz her sabah. Geceleri uyutmaz oldu bizleri Doğu Türkistan. Yeni Zelanda bir kurşun sinemizde. Golan Tepeleri kiminin dilinde, kiminin ellerinde. Yok mu bu zulme “Bir dur!” diyebilme?
Adalet ve nizamın tesisi önce şahsiyet inşasıyla mümkündür. Kendine, zamana, ailesine, milletine karşı mükellef olduğu bilinciyle yetişmiş bir insan; en başta Hakk’a ve sonra kainata sorumluluğunu idrak edecek hakikat libasına layık olmayı ve bu libası özenle taşıyabilmeyi kendine bir borç bilecektir.
“Sorun şu: Sosyal müesseler mi yoksa insanların kalpleri mi değiştirilmeli? Tek doğru cevap ‘her ikisi de’ şeklindedir. Bu kez ‘nereden başlanmalı’ sorusu gelir. Tabi ki kalpten; eğer mümkünse ve nasıl olacağını biliyorsanız.” der barışın savaşçısı Aliya, Zindandan Notlar adlı eserinde.
Yaşadığımız alem ayetlerden ibarettir. İnsan bu alemde nizam ve adaletin sağlanmasına vesile olmaya mükellef kılınmış; Hakk’ın muhatabı olmuş, hakikatin libasını taşımakla şereflendirilmiştir. Kainatı her geçen gün daha fazla kuşatan adaletsizlik ve hiç bitmeyen savaş önce kalplerimizde ve zihinlerimizde başlar. İyi ya da kötüden hangisine taraf olacağımızın ilk muharebesini benliğimizle veririz. İçimizdeki boya dışımıza yansır; tuval böyle şekillenir.
Evrensel bir barış ve adaletin tesisi ancak insanın kendi benliğini hakkın kanunlarına itaatle şereflendirilmesiyle gerçekleşir. Bu şeref yalnızca bir insanı kuşatmakla yetinmeyecek, alemde hakikat ve adaletin uygulanabilirliğine dair ilk küçük kıvılcımı yakmış bulunacaktır. Küçük bir kıvılcım her şeyin başlangıcıdır desek yanılmış sayılır mıyız?
Kalplerin ve şahsiyetlerin inşasının ardından sosyal müesseselere el atmak gerekir. Ailesinden topluma, evinden mahallesine, her birey bulunduğu alanda bir liderlik vasfı taşır. Mevcut konumunda vazifelerini hakkıyla yerine getirdiğinde insan, bireysel adaleti tesis eder.
Bireyler toplumları, toplumlar milletleri inşa eder. Milletler devletleri oluşturur. Devletlerin çizdiği kanunlar politik menfaatlerden ziyade hakkı ve adaleti mihenk taşı tuttuğu takdirde küresel barış adına da adımlar atılmaya başlanmış demektir. Her zerrenin bir alem taşıdığı ve zerrelerden meydana gelmiş bir alemde yaşayan biz insanoğlunun attığı küçük adımların sonucu da zamanla büyük vesilelere inkişaf edecektir. Alemde sünnetullahın takdiri budur.
Yaratılışından bu ana dek dünyada pek çok hükümdarlık gelmiş geçmiş; tarih acıya, zulme, savaşa tanıklık ettiği gibi barışın ve adaletin hüküm sürdüğü zamanlara da şahit olmuştur. Allah’ın kanunlarını yaşamaya ve yaşatmaya vazifelenmiş her nesil bulunduğu asra hakikat ve adaletin mayasını çalmış; toprak nefes almış, dünya özüne dönebilmiştir.
Sendelemeden yürümek mümkün olmadığı gibi taşsız bir yol da mevcut değildir.
Elbette düzeni kabullenmeyen bireyler, çıkarlarını gözeten devletler tarih boyunca olmuştur, olacaktır. Hedeften gözünü bir an olsun ayırmamak ve Aliya’nın Zindandan Notlar’dan bizlere öğüdünü bir kere daha rehber bilmek gerekir.
“Sinekleri öldürmekle uğraşma,bataklığı kurut.”
Mühim olan; kötülüğün varlığından ziyade adaletin gücünün büyüklüğüdür. Bu kuvvetin derinliği, zulmü susturmaya muktedir olacaktır.
Evet, alemde her renk mevcuttur. Ancak bir tablo tonlarının ağırlığınca değerlendirilir. Mümkün olan ahengi tesis edebilmek de bizlerin vazifesidir. Zira herkes kendi darbelerinin hesabını vermekle mükelleftir. Allah’ın boyasını kuşananların fırçaları en güzel yolu bulacaktır.
Maziyi seyre daldığımızda hak ve batılın, adaletle zulmün ,aydınlık ve karanlığın savaşı hiç bitmemiştir, bitmeyecektir. Ancak gecenin karanlığında ay kendine deryayı muhatap bilir. Mehtapla hakikatı resmeder.
Bizlere düşen bakışlarımızı ve davranışlarımızı bir derya misali duru ve öz bir halde muhafaza edip karanlıkta ayı kendimize dost belleyebilmemizdir. Mehtap gecenin zifirisinde dahi bizlere yoldaşlık edecek ve elbet bir gün hakikatin nuru, adaletin nizamı evreni kuşatacaktır.
Tuval
