Bundan yaklaşık 170 yıl önce Tolstoy’un ‘’İnsan Ne İle Yaşar?’’ sorusuna bir yenisini de ben ekliyorum: İnsan neden sever? Tabi ki Tolstoy gibi büyük bir düşünürün koltuğunda gözümüz yok ama şu soruya bir odaklanalım. Daha önce hiç aklımıza geldi mi bunu sormak yoksa habersiz yaşamaya devam mı ettik? Gerçeği söylemek gerekirse bu yazıya bu konu için oturmamıştım. Gelin görün ki kalemim -tamamen kontrolüm dışında- aylardır üzerinde kafa yorduğum şu soruyu yazıverdi: Peki neden birilerini sevmeye, onlara güvenmeye ihtiyaç duyarız? Neden hep kendimize yaslanacak bir dağ ararız? Bu soruları insanlara yönelttiğimizde cevaplarının çoğu ‘’bilmiyorum veya sebebi yok’’ idi. Aslında sevmek çoğunlukla bizim kontrolümüzde olan bir şey değildir. İnsan olarak bizlere öyle güzel bir sevme yetisi verilmiştir ki bazıları bu yeteneğiyle Allah’ın yarattığı tüm varlıkları sevebiliyor. Buradan o güzel insanlara selam olsun 😊 Bu kısımda bir sorun yok benim esas ilgilendiğim grup sevmekten korkanlar. Korkmalarının sebebi ise kötü hayat tecrübelerine dayanıyor. Sevmiştir, güvenmiştir ve sonra büyük hayal kırıklıkları yaşamıştır. Ya da etrafında sevip de mutsuz olmuş kişilere şahit olmuştur. Öyle demeyin bazen insan kendi yaşamasa da yaşayan kişileri izleyerek öğrenebilir korkma duygusunu.
Evet sevmek çok tatlı bir eylemdir ama bir o kadar acıdır. Her şeyin nasıl da iki yüzü var değil mi? Fakat buradaki mesele şu ki sahibine göre yani bakış açısına göre bir şey iyi veya kötü olabiliyor. Mesela sevdiğiniz kişi yüzünden hayal kırıklığı yaşadığınızı düşünün. Buraya hayal kırıklığı ile ilgili o kadar fazla şey yazılabilir ki; mesela senin kadar seni sevmemiştir, senin güvendiğin kadar sana güvenmiyordur ya da hata etmiştir, kırmıştır seni. Peki bu duruma nasıl bakmalıyız, çözüm ne?Aslında bu ikilemi hayat yolculuğunda sürekli yaşıyoruz ve yaşayacağız da. Sorunun kimde olduğunu sorgulayıp duracağız. Sorun bizde mi karşıda mı? İki tarafta da olması mümkün. Şu bir gerçek ki hepimiz insanız ve hepimiz hata yaparız. Beşerdir şaşar sözü de buradan geliyor. Karşı tarafla ilgilenmek şimdilik bize düşmez. Kendimize bakalım biz. Bir de işin şu tarafı var ki her şeye karşı daha hassas ve kırılgan olduk hatta affetmeyi unuttuk. Ne dersiniz, bunu bir düşünelim. Bütün bunlarla birlikte bir soru daha: Neden artık sorgusuz sualsiz sevemiyoruz? Zannımca yaşadığımız her kötü tecrübe ne yazık ki bizi daha kontrolcü biri haline getirdi ve ne yazık ki sevgimizi bile kontrol etmeye çalışır olduk. Kendimize sanki bize karşı asla hata yapmayacak, bizi kırmayacak bir kişi arar olduk. İnsanları önce binbir sorgudan geçiriyoruz, sonra -tabi son aşamalara kadar gelebilmişse- seni sevelim artık diyoruz. Ne komik değil mi?
Peki kendini insan ilişkileri memuru olarak gören bu kız pazar sabahında klavye başına geçmiş ne diyor diyeceksiniz. Diyorum ki gelin her şeye yeniden başlayalım. Affedelim, sırtımızdan yüklerimizi atalım. Sevmeye yeniden başlayalım. İnsanları sevmek için bir kontrol listesine ihtiyacımız yok, bırakalım. Sadece içimizden, yüreğimizden geldiği gibi sevelim. Mutlaka her insanda sevilecek bir şey vardır. Annemin sözünü de bir yerlere yazmadım demem artık 😊
Şimdi siz sabah sabah nereden çıktı bu sevgi teranesi diyeceksiniz. Çünkü sevdiklerimi çok özledim, uzaktan sevmek ne kadar zormuş. Oysa yakından sevmek ne kadar güzel bir şeymiş; sarılmak, kucaklaşmak… Ah koronacığım artık bıraksan mı yakamızı? Ve son olarak sayın Tolstoy’a bir cevabım var: İnsan sevgi ile yaşar, saygılar.
Akasyadan sevgiler, muhabbetle kalınız…
Not: Bu yazı Kale’m’den uzak bir pandemi gününde kaleme alınmıştır. Buradan birbirine muhabbetle bağlı Kale’m Ailesine sevgilerimi ve selamlarımı yolluyorum.