Denizin rıhtımla kavgasını dinleyerek sükut bulduğum bir Nisan sabahıydı. Yağmur, toprakla karışmış bir rayiha eşliğinde ruhuma selam veriyor, göğe veda edercesine çiseleyen damlaları yüzümün her bir noktasına nüfuz ediyordu. O günü hatırladıkça içimdeki şükran duygusu parmaklarımdan satırlara dökülüyordu adeta.
Kainat, bizlerin hoyrat ve hadsiz dokunuşuna aldırmaksızın her sabah tüm berraklığıyla seriliyor adımlarımıza. Rahmetin elinde sonsuzluğa işlenmiş nakış nakış bir kumaş. Görünen ve görün(e)meyen her ayrıntısıyla bu nakış bizlere hizmet etmenin yanı sıra zaman zaman unutsak da nefsimizi terbiye ediyor zannımca. Görmek istersek eğer, güneşin batışının gökyüzünde bıraktığı o kusursuz tabloyla doğrunun mutlak olmadığını anlıyor ve gecenin zifirisinde dahi hakikatin hiç sönmediğini ayla tasdik ediyoruz. Hamdolsun, öyle bir Merhametli(c.c.)’nin huzurundayız ki imtihanda dahi yalnız bırakılmıyoruz. Her yeni anda kapımızı başka bir dost çalıyor. Rüzgar eşiğimizde raks ediyor sonbaharda, kışla temiz bir örtü bürünüyor kalplerimize. Baharda yeniden uyanan toprakla bizler de ömrümüze yeni bir başlangıç getiriyoruz. Şairin “Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat” dediğini anımsıyor; O’nun her an kainatına olan binbir dokunuşuyla benliğimizi de oldurduğuna inanıyoruz.
Kainatın kumaşıyla bir dokunmuş bizlerin de ipliklerinden en latifi, zannımca kelam ve hikmet. Kelam, muhataplığın nişanesi. Halife olarak şereflenmiş biz insanoğluna bahşedilen en kıymetli hediyelerden biri. Muhabbetin kapısı.
Dünyaya gözümüzü açtığımız ilk andan itibaren ailemiz, sevdiklerimiz, eş dostla en derin bağlarımızın düğümüdür kelam. Alemde görünen her şeyin açılmayan binlerce perdesinin olduğunu düşünürüm. Kelama da bu cihetle baktığımızda sadece dile indirgersek hadsizlik etmiş oluruz. Bakışlarımız, tavrımız, duruşumuz, diğer pek çok durumda olduğu gibi, muhabbet söz konusu olduğunda cümlelerimizden daha samimi ve ehildir. İşte bizlere bahşedilen diğer bir güzel nimet olan hikmet, kelamın bu haliyle vuku bulur.
Kelamı ilmin kapısı olarak nitelendirecek olsaydık, hikmete muallimden içtiğimiz su dememiz gerekirdi belki de. Özün saf ve berrak olan hayati hali. Kelam ve hikmetin bu sır dolu birlikteliği zihnimi boşluk bulur bulmaz karmaşaya dönüştürür. Birbirinin ardı sıra dönen sorular zinciri. İpucu yakaladığım her an durur uzun uzun tefekkür ederim. Geçenlerde Filibeli Ahmed Hilmi’nin A’mak-ı Hayal adlı eserinde şu satırlara rastladım:
“İstersen konuşalım lakin sözden ne çıkar! Şimdiye kadar kim bilir kaç hayvan yükü kitab okudun. Ne anladın? Hiç değil mi? İnsanların ma’lumatı nedir? İhtiyac-ı zevk ve enaiyetleri olan sanayie ait bulunan bir şeydir. Lakin hak ve hakikate dair ne bilirler? Hiç! Muadele-i akliye ile hakkı itiraf mümkündür, fakat bilmek anlamak mümkün mü? Ne konuşalım! Terkib-i huruf ile nokta-i hikmet bilinir mi?”
Her cümle muhattabıyla anlam bulur derler, engin bir deniz var karşınızda isterim ki siz gönlünüzce doldurun. Bana kalansa kainatın mazisinde söylenmiş tüm anlamlara farklı bir soluk daha getiremeyeceğini bilmenin tevazusuyla susup, güzel bir duayla bitirmek olsun.
Allah bizlere Kuran’ı bir ömür hayatına nakşeden, “Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır.” Hadis-i Şerifini bizlere emanet bırakmış Peygamberimiz(sav)’in sünnetini ahlak bilen, faydalı ilimle meşgul olup basiretli, ferasetli bir nazarla olaylara bakan salih müminlerden olabilmeyi nasip etsin.