DAĞLAR, TEPELER VE ŞEHİRLER ÜZERİNE

DAĞLAR, TEPELER VE ŞEHİRLER ÜZERİNE

Yaklaşık 2 hafta önce Doğu Anadolu bölgesine gitmek nasip oldu, yalnız doğu dediysem en doğu, İran’a yarım saat ya var ya yoktu. Oralarda üzerinde hâlen karların durduğu ardı sıra dizilmiş yüksek dağlar, ucu bucağı gözükmeyen düzlükler, nehirlerin oyduğu derin yataklar ne kadar çok ise binalar, insanlar, ağaçlar, hayvanlar o kadar azdı. Akşam olduğunda hele her yer karanlık, ıssız ve sessizdi.

1.5 saat sonra uçakla Ankara’daydık. Aniden her yer ışıklandı, kalabalıklaştı; binalar, yollar, arabalar, insanlar birbirine karıştı. Birdenbire böyle bir değişimin içinde bulunmak zihnimde çeşitli fikirlerin, kalbimde çeşitli hallerin oluşmasına vesile oldu. Şöyle ki : 

Oradayken, o yüce dağlar İsra suresi 37. ayeti hatırıma geldi: “Yeryüzünde kibirlenerek yürüme, çünkü ne yeri yaratabilirsin ne de boyun dağlara erer, onlara erişebilirsin”. Işık güneşin doğması ile vardı, güneş batınca her yer kapkaranlıktı. Gece ve gündüz tam olarak buydu. “Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor. Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders vardır” (Nur/44). Karanlık ve yalnızlık bana bu hayatımın biteceğini, kabre gireceğimi ve orada yapayalnız kalacağımı buram buram hissettiriyordu. Öyle bir sessizlik vardı ki orada, içimdeki sesler duyulabilir hale geliyordu.

Ancak buraya gelince gördüm ki, dağlar oyulmuş, üzerine yollar yapılmış, sanki biz –haşa- doğaya hükmedebilirmişiz gibi;  her yere ışıklar yakılmış, sanki güneş gidince gece olmazmış biz insanoğlu –haşa-  her yeri aydınlatırmışız gibi, acziyet unutulmuş;  o kadar kalabalıktı ki her yer bir gün kabirde yalnız kalacağımız hiç hatra gelmez olmuş; belki de sırf içimizdeki sesi duymayalım diye her yer sese boğulmuş, içimizde bir ses mi varmış, ne dermiş hiç duyulmamış aksine susturulmuş.

Demem o ki dostlar, bu devir gerçekten zormuş. Ölümü, kabri hatırlamak, kul olduğumuzu, acizliğimizi hatırlamak hiç olmadığı kadar zormuş. 

Peki ey Hüsnüyusufçuğum ne yapalım derseniz, hani bir iş yaparken biri bize ‘dikkat et’ dese bir silkeleniriz, daha dikkatli oluruz ya işte öyle bir seslenişle seslenmek istedim önce kendime sonra size, dikkat edelim dostlar, akan suya kürek çeker gibi inatla hatırlayalım kulluğumuzu, ne için geldiğimizi, nereye gideceğimizi, acizliğimizi, ölümü, kabri. Kendimizi sessizlikte bir dinleyelim bakalım; nasılmış, ne haldeymiş, esas maksadı neymiş, ne istermiş, ne ona iyi gelirmiş de ne kötü gelirmiş. Çünkü bildiğim bir şey varsa bu hayatta o da ‘insan’ olan bizlerin ne kadar hatırlarsak, ne kadar dikkat edersek ve ne kadar içimizdeki sesi dinlersek o kadar ‘insan’ kalacağımızdır. Selametle ve sevgiyle.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir