BEREKET KOŞUSU

BEREKET KOŞUSU

Pandemi sürecinde sık sık geçmişte hep bir arada olduğumuz günlere özlem duymaya başladım. Özlem duyduğum zamanlar, geçmişten beni yakalayan anlardan birinde buluyorum kendimi. Bir yanımda fakültemin girişi, karşımda nefeslenmek için çıktığım bahçe ve yanında cami… Camide yer edinip namaza durabilmek için sıraya girmelerimiz geliyor hatırıma, bilhassa cuma günleri. Beklemeyle geçen zamanda, camiye yürümenin her adımında sevap vardır hadisi şerifi geliyor aklıma. Namaz kılmak için beklemenin faziletini düşünüyorum. Beklemek yürümekten zor geliyor nedense, sabretmek gerektiren birçok şeyde olduğu gibi… Özlemek sabretmektir diyorum şimdi hatıralara yol almışken.

Sonunda namaz sırası geliyor. Birkaç secde ferahlamasından sonra camiden çıkıyorum. Derse koşturuyorum. Ardından Kale’me, Adam’a… Adam’ın avlusunu hatırlıyorum. Dersleri beklerken hal hatır sormalar, sanki birbirimizi ezelden tanıyormuşuz gibi sarıldığımız dostlar ve karşılıklı tebessümler… Özellikle Siyer-Mesnevi günleri, o gün diğer derslerden daha başka oluyor. Dersin yapıldığı salona girmeden kapının önü 2 adımlık mesafe kadar ayakkabılar dizilmiş oluyor. Yer bulursak ne ala, bulamazsak veya bulamayanlar olursa hocamız yumuşak sesiyle, yer açalım kızlar, dediğinde herkes bir gıdım da olsa kayıyor yerinden, meksika dalgası gibi dalgalanıyoruz ve 5 dakika sonra yer açılıyor. Sonra kapıya başkaları da geliyor, yine gıdım gıdım da olsa kayıyoruz, bazen çantamızı kucaklıyoruz yer kaplamasın diye; neticede yer açılıyor. Kapıya kim gelse salonda yer açılıyor. Kapıya bir dünya gelse sığar buraya diyorum içimden çünkü bu bereketin bir izahı yok, bereket bir mucize. Yere diz çökmüş, bağdaş kurmuş oturuyoruz hocamız mesneviden yüreğimize işleyen nasihatlerle, hikayelerle, hakikatlerle dolduruyor içimizi. Kimi not alıyor defterine kimi ses kaydediyor, çoğumuz sadece dinliyor. Dinlediklerimiz önce zihnimizden sonra gönlümüzden süzülüp kalbimizin en yaralı yerine kabuk oluyor.

‘’Hüzün insana yakın, ruha yakın. Kul haddini bildiği zaman o ona iyi gelecek. Acı insana kendini bulduracak. Geceleri ağlamak güzeldir, halini arz etmek güzeldir. Yüzmeyi bilmiyorsan şayet, kendini denize atma. Gönlün o zehri şifaya çevirecek hale gelmedi. Sabır halinde ol, geri dur. Mesafe koy nefsine arana. Kendini ateşe atacaksan şayet, İbrahim ol.”

Rasim Özdenören’ in cümlesi geliyor aklıma şimdi. 40 milyar daha insanın sığabileceği dünyaya 40 katlı binalar inşa etsek de sığamıyoruz, sokakta kalıyor insanlar (1) diyor ya; 40 milyar insan daha gelse o mesnevi işlediğimiz odaya sığar diyorum. Çünkü bu dünyada eksik olan ne yer ne bina; bu dünyada eksik olan tek şey bereket. Ondandır 1 milyar Müslümanız ama halimiz nicedir?

Peki bereket nedir? Neredendir kaynağı? Ne zaman Mescidi Aksa hür ve Müslümanlarla olduysa hem fiilen hem kalben, o zaman tüm Müslüman coğrafyayla olmuş bereket. Ne zaman içinde Allah’ın adının anıldığı yerler, yurtlar, odalar, anlar olsa bereket dolmuş oralar. Asrı Saadet’te, ne zaman Resulullah sallalahu aleyhi vesellem’e bu kadar yiyecek, o kadar insana yetmez demişler; bereket bitmiş hemen orada, o sofrada. Bazen bir kazan bin kazan olmuş, bazen iki hurma bir orduya yetmiş.

‘’Bin Kişiye Bir Oğlak ve Az Bir Ekmeğin Yeterli Gelişi,Bir Kase Etle Doyan Kalabalık…’’(2)

‘’Sonra Allah Resulü (asm) bereketle dua edip diyor ki: “Herkes kabını getirsin.” Koşuştular, kaplarını alıp geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı. Mucizeye tanık olan bir sahabe : “O bereketin gidişatından anladım: Eğer bütün dünya gelseydi, onlara dahi kâfi gelecekti.”[6] “Sonra, üç dört adama ancak kâfi gelecek, ağaçtan bir kap içinde süt getirdi. Hepsi içtiler, doydular; içilmemiş gibi halen duruyordu.”[13] (3)

Ne zaman Hacer validemiz koşturmuş Safa ile Merve arası bir yukarı bir aşağı, taşmış yerden zemzem gibi durdurulamaz bir su. Taştıkça taşmış bereket. Demek ki koşturmadan erişilmiyormuş bu berekete. Belki de coğrafyadaki ve hayatlarımızdaki bunca bereketsizliğin izahı budur, Allah için koşmamak, çabalamamak. İnsan çaresizken çabalar, koşar; duramaz yerinde. Çaresiz kalmak için ise dertli olmak gerekir. Demek ki bizim derdimiz dert değil. Dertli olsak duramayız yerimizde, gönlümüzün Safa ile Merve’si arasında koşarız. Fakat buna rağmen ne kadar yorgun ruhlarımız. Demek ki fani dünyanın dertleriyle yüreklerimizi yormaktan başka bir şey yapmıyoruz.

“Müslümanlar yorulmuş atlar gibisiniz, yorulmuş ama hiç koşmamış.” Cengizhan Konuş

Hakiki dertlerle dertlenelim, işte o vakit koşarsak Allah için ve Allah yolunda; yürüğümüz yollar çiçeklenir. Biz ise nerede çiçekleneceksek orada biteriz, orada yeşeririz.

“O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zâriyât Suresi 50. Ayet

Kaynak:

(1) Rasim Özdenören- Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

(2) https://www.resulullah.org/en/node/315

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir