“Kalbi olanlar için bunda bir öğüt vardır.” Kaf,37
Modern çağın insanı bir sistem kurdu ve sistemin merkezine de rasyonaliteyi koydu. İnsanın manevi dünyasını ihmal etti. Manevi dünya ihmal edilince ne oldu peki? İnsanlar hırsları ile birbirlerini boğazlar hale geldiler. Güç kimdeyse zulüm etme hakkı da onun yanında oldu. Bir zümre yükseldikçe yükselirken bir zümre aşağılandıkça aşağılandı. Alan da satan da memmun mu peki? Bana göre değil. Bu sistem çatırdıyor. Çünkü en rasyonalist insanın bile sevgiye, merhamete, şefkate, garazsız ve ivazsız sorulan bir “nasılsın” a ihtiyacı var. Şimdi popüler olan dizilere bakıyorum, psikiyatri etrafında dönüyor mevz-u bahis. İnsanın “aç” kalan yanlarını gösteriyorlar. Mesela “muhabbet”… Kapitalist sistemde bunun bir karşılığı yok. Örneğin Japonya’da yeni bir yaşam tarzı türedi: “Hikikomori”. Kelime anlamı “ içeri çekilme, hapsedilmiş olma”.20’li yaşların ortasında okula, işe gitmeyen sadece evde yaşayan, zamanının çoğunu yatakta yatarak geçiren bireyleri kapsıyor. Bu yaşam tarzının oluşmasına sebep olan birtakım sosyal sebepler var; baskı, mobing gibi. Sonunda çoğu ya intihar ediyor ya da yetersiz beslenmeden ölüyor. Japonlar bir çözüm olarak “kiralık kız kardeş” uygulaması geliştirmeye çalışmışlar. (Buradan Kale’mdaşlarıma, gönül kardeşlerime selam ederim, bana muhabbeti bedava nasip ettiği için de Allah’ıma şükrederim☺) İnsanın ilgi ihtiyacını bile pazarlama aracına dönüştürüyorlar. Çünkü bu sistemde her şey “satmak” üzerine kuruludur. Necip Fazıl “Her şeyi satar bunlar.” diyor. Mustafa Özel’in şu güzel analizini de paylaşmak gerekir: “ Kapitalist sistemin gelişmesini belirleyen, ‘İnsan için iyi olan nedir?’ sorusu değil; ‘Sistemin genişlemesi için gerekli olan nedir?’ sorusudur.” Bu sistemde her şeyin bir ederi vardır. Görünenin ötesinde bir dünya yoktur. Modern bir ifadeyle metafiziği rafa kaldıralı çok oldu çünkü bize bir şey kazandırmıyor. Daha zengin olmamızı sağlamıyor. E.U Schumacher:” İnsanoğlu göklerin (Mavera) kapılarını kendisine kapattı ve muazzam enerji ve hüner ile kendini yeryüzüne (Masiva) hapsetmeye çalıştı.” diyor. Sahip olan insanın, tükettikçe ihtiyacı da artıyor. “İstiğna” kavramı hayatımızdan çekilmiş durumda. Bu Müslümanların hayatında da böyle. Sistemin içerisine sorgusuz sualsiz gark olmadan gerçekten ihtiyacımız olan şey nedir diye kendimize sormamız gerekiyor.
“Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.” diyor ya şair, kalbimize bakalım neler söylüyor, ne anlıyor, neler anlatıyor bize? Rasyonalist bir çağ diyoruz ya bu çağa. Modern insan akılla düşünür, pragmatiktir. Faydası olana yönelir, diğer işler zaman kaybıdır ona göre. “Vakit, nakittir.” sözüyle hareket eder. Vaktini para kazanmaya, biriktirmeye ve tüketmeye harcar. Herkes böyledir. O yüzden kimse sorgulamaz. Gece vakti bir hüzün gelir, insanı yakalar. Onu da savuşturmanın bir yöntemini bulur. Kafa dağıtır neftlix dizileriyle, gece kulüpleriyle, Amerikan filmleriyle. Tükettikçe, sahip oldukça var olduğunu sanır. Bir bedel öder istediklerini elde etmek için, elde eder de. Mesela şöhret, makam, mevki, maddi güç… Ama ya insanın öteki tarafı, ihmal ettiğimiz, görmezden geldiğimiz “kalbimiz” ne durumda? Camus’un söylediği bir söz vardır: “ Çağdaş insan, çalışır, tüketir ve gazete okur.” Gönülce susup, bedence konuşulan çağda biliyoruz kolay anlaşılmayacak.
Ve bu çağda herkes birbirini yargılar, örseler. “İnsan” kavramını düşünmediğimiz için davranışlarımızın karşı tarafta nereye denk geldiğini bilemeyiz. “Çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer” de başkalarına hata payı tanımıyoruz ve kendimiz dışında hataya düşenleri linç’leyerek adalet dağıtıyoruz. Peki bütün bunlar olurken hüsn-i zan etmek hiç aklımıza geliyor mu? Bu kurtlar sofrasında hüsn-i zan da ne demek mi diyoruz. Diyor ya şair: “Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi / Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile”. İnsanlara sevgiyi, merhameti öğreten o kutlu nebi şöyle buyuruyor: “Şu üç özelliği taşıyan Müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz; Allah için ihlaslı amel, bütün Müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçi olma ve fikir ve amelde Müslümanlarla birlik olma.” (İbn Mâce, Mukaddeme, 1 8). Buraya bir virgül koyup düşünelim. Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Modernite bakışın dışarıya çevrilmesini ister. Halbuki vahyedilen “Önce kendine bak!”. İç dünyana bak, dışarıda gördüğün iç dünyanın yansımasıdır. Bunun için bakışlarımızı başkalarının imtihanına değil de kendi içimize çevireceğiz.
Bu çağda bir de hız mefhumu var. Çok hızlıyız, işlerimizi geçmişe göre çok hızlı yapıyoruz mesela. Çok geliştik, insanları daha modern yollarla öldürüyoruz. Yaptıklarımızı dünyadaki herkes görüyor mesela, herkese Doğu Türkistan’daki, Arakan’daki, Afrika’daki, Suriye’deki yaşanan zulmü yükselen görüntü kalitesiyle aktarıyoruz. Önceden bir Tolstoy vardı: “İnsan ne ile yaşar?” diye bir soru sordu, o yıllar evveldi şimdi Google var her sorunumuzu ona danışıyoruz. Herkese aynı cevabı veriyor o da. Sonra işimize bakıyoruz. Mesai saatleri içinde çalışarak hem içimizi hem dışımızı öldürüyoruz. “Çırpını çırpını giden atlardan indik/Girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına” diyor şair. Neden böyle diyor ki ya hu?
Sosyal medyadayız her birimiz, herkesin bir fikri var. Herkes bir şey ispat etmek peşinde. Kendine destekçi arıyor, daha eski tabirle itaat edecek birilerini arıyoruz, Hasan Sabbah gibi mürid arıyoruz kendimize. Varlığımızı kanıtlamaya çalışıyoruz belki de. Birilerini suçlayıp, ifşa edip kendimizi aklıyoruz(!) Başkasının yaptığı hata bizi sütten çıkmış ak kaşık mertebesine çıkarıyor çünkü. Çünkü bir hatayı örtmenin faziletini bilmiyoruz, kulağımız tıkalı böyle şeylere. Bir insanın günahından haberdar olduysak, tövbesinden haberdar olmak istemiyoruz. Çünkü biz “insan” nedir bilmiyoruz. Hz. Mevlana “Eğer din kardeşinde bir ayıp görürsen o ayıp sendedir, halbuki onda görüyorsun. Alem ayna gibidir, kendi nakşını onda görürsün; mümin müminin aynasıdır buyrulmuştur. O ayıbı kendinden izale et. Zira incindiğin şey sendedir.” demektedir. “Mümin müminin aynasıdır.” Bu hadis-i şerif üzerinde tefekkür edelim.
Ya hu ne şikayet ettin diyenleriniz olabilir. “Cihânda âşık-ı mehcûra sanma râhat olur/Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur” Şeyhülislâm Yahyâ demiş efenim, hem söylemiş hem de şikayet etmemiş. Beni de öyle sayın, şikayet etmiyorum “Evet, isyan!” demiyorum. Çünkü her şey “Ol” emriyle oldu. Sanayi devrimi, Osmanlının yıkılışı, getirilen kapitalist sistem, sömürgecilik, insanlığın yerle bir edilişi… Niye böyle oldu demeye hakkımız yok çünkü biz iman ediyoruz ki bunları yapanlara o ilhamı veren Allah’tı. Onlara o fırsatı vermeseydi bir adım bile atamazlardı. Tevhid nazarıyla bakıyoruz bu aleme. “Tevhid” kavramı önemli, üzerinde uzun uzun düşünülmeli. Burada yanlış anlaşılmamak için şu açıklamayı yapmak istiyorum; bir günah varsa o bizdendir, bizim nefsimizdendir. Çünkü Allah tüm çirkinliklerden münezzehtir. Allah çok merhametlidir, adildir. Biz O’ndan ümidi kesemeyiz. Biz gayret edeceğiz. Ve birtakım sorular sorup, cevabını bulmak durumundayız. Müslümanlığın temel umdelerini biliyor isek ve buna ters akan bir nehrin içerisindeysek Allah bizi çok ciddi bir imtihan içerisine koymuş demektir. Ve bu Müslümanların evrensel imtihanıdır. Kalp ile niyaz halindeyiz, Mehmet Akif’in atiyi karanlık görmeyelim diye söylediği şiir bize ilham olsun:
“Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar”